Bu gunki İslam – cehalet, Batini İslam ise kamillik demektir


     

         İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın zahiri anlamından başka, sadece sufilere anlaşılan bâtınî anlamının olmasını artık herkes biliyor. Zahiri anlam kendisinde iç anlamın yönünü taşıyor ve bu iki anlamı birleştirince, Allah'ın bu dünyada gördüğü işler ve fikirleri anlaşılıyor.

Batıni mananın açılmamasının sonucudur ki, insanlar bugün en basit şeyleri, mesela, insanın yaratılışı hakkında gerçekleri bilmiyor, kendilerinden farklı hipotezler ileri sürüyorlar. Batıni anlamı bilenler için ise sır denilen şey yoktur. Onlar bu dünyada kâmil insan gibi sakin yaşıyor, öldükten sonra Allah'ın gökte yarattığı Gayb âlemine taşınarak, orada ömürlerini sürdürüyorlar.

Eski dönemde insanlar - millet ve halklara değil, avam adlandırılan sıradan insanlara ve pir, beg, seyyid ve b. adlandırılan seçilmişler soyuna ayrılıyordu. Seçilmiş kutsallar nesli özel yöntemle, yani Allah'ın karakteri ile yaratıldığı için, onlar kamil insan nesli olarak kabul ediliyordu ve ölünce de cennete taşınıyordu. Avam insanların ruhlarının cennete düşmesi için ise Allah onlarla anlaşma yaptı ve bu anlaşmayı İslam adlandırdı. İslam sembolü en eski kaynaklarda Selim, Ur-Selim, İsmail ve b. biçimlerde yazılarak gökteki âlemi ve bu âlemin sahibinin ruhunu bildiriyordu. Ben, "Bütün dinler birdir" adlı makalede bu sembolü açıklığa kavuşdurdum.

İslam, bugün kabul edildiği gibi Arabistan çöllerinde değil, eski Mısır yazılarında Yalu alanları, yunanlıların ise Ereb adlandırdığı gök alanlarında oluşmuştur. Arap dünyası, yani Arabistan da gökleri oluşturan ilk maddede yaratılmıştır. Ermeni kaynaklarında bu yaratılış, Midiyanın Sünik topraklarında, yani şimdiki Azerbaycan topraklarında "sahra inşası" gibi kayıt ediliyor. Bu sahra'yı inşa edenler ise kitaplarda "kutsal Atalar" olarak adlandırılıyor. Kaynaklarda açık yazılıyor ki, insanlar burada ikinci hayat kazanıyorlar ve ömürlerini bu melekler diyarında devam etdiriyorlar.

Belli ki, sahra - çöllük, ova demektir ve bu ovanı inşa etmek de absürt bir iştir. Midiyanın dağlık arazisinde "sahra inşası" da tabii ki, sembolik anlamdadır ve batın (sufizm/ledün/tevil) biliminde bu, kurban ile gök alanlarında - eski Mısır yazılarında Qeb adlandırılan ruhlar dünyasının yaratılması demektir.

İslam'da Gayb âlemi olarak adı geçen Qeb dünyası, e. e. VIII yüzyıla ait Asur yazılarında Midiya arazisinde "Doğu'nun Arapları» (net: "Güneşin çıktığı yerin Arapları») ülkesi olarak kaydediliyor (И. Дьяконов, «История Мидии», M.,1956, sayf.219-221). Doğu deyince, eski Mısır metinlerinde ve ünlü sufi Sühraverdinin İşrâk felsefesinde - Allahların doğduğu gök alemi öngörülüyor. Demek ki, Arabistan ülkesi, göklerde yaratılmış ruhlar dünyası anlamındadır ve burada Mısır Allahları yaşıyorlar. «Kitab - ı Dede Korkut"da, gökte yaratılmış bu dünya - Amman (Ümman) denizi'nde inşa edilmiş kafer şehri gibi kaydediliyor ve orada âsiler (ruhlar) su altında “benim Allah” diye bağırıyorlar («Kitabi - Dədə Qorqud», B., 1988, sayf.118).

Midiya nüfusu kaynaklarda "dağ ve sahralarda dolaşan kudretli midiyalılar” adlandırılıyor ki, bu da Midiya dağları ve ilk madde sahralarında ekstatik durumda («suluq») dolaşan, yani tarika (tarikat) yolunu giden türükler (türkler) anlamındadır. İnsan ruhunun gök aleminde seyahati sufizmde «suluq» (yahudilerde «salha», arapça «seyr ve suluq»), bu yolun yolcusuna ise "salih" denir. Tasavvuf ilminde suluq sembolü özel dolaşma, yani "Allah'a seyahat" ve "Allah'ta seyahat" anlamındadır. Demek ki, dini olgunlaşma (tarika) yolundan giden türük, "ekstaz" durumunda cennette seyahat eden salihdir. Kaynaklara göre, bu "seyahat"la ilk maddenin sırlarını öğrenen zâhidler, Midiya ülkesinde şehir inşa ettiler ve "göçüp" orada yaşamaya başladılar.

Ben, insan ruhunun "kuş" şeklinde Gayb âleminde yaşamasını, kitap ve makalelerimde olgularla gösterdim. Ek olarak şunu belirtmek isterim ki, "peygamber" deyince de sıradan insan değil, gök dünyasında ölümsüzlük kazanmış kutsalın ruhu anlaşılmalıdır. Bu ise o demektir ki, İslam dininin kurucusu sayılan Muhammed peygamber, Gayb âleminde bugün de ömrünü sürdüren kutsalın ruhudur. Muhammed peygamberin hadislerde "iki dünyanın efendisi" adlandırılması ise şunu gösteriyor ki, O - Mısır'ın Ra-Amon Allahı'nın karakteridir. İslam'da Rahman olarak adı geçen bu Allah'ın, gök dünyası ve diğer şeyler yaratması Kuran'da da açık belirtiliyor. Ra-Amon Allahı'nın yarattıklarını iyi anlamak için, Kuran'da Rahman gibi belirtilen kelimeyi Ra-Amon gibi kabul edip, Kur'an'ı bu mantıkla dikkatle okumak yeterlidir. Bu ise ona yol açacak ki, insan - her şeyin soyut bir merhametli varlık tarafından yaratıldığını değil, somut bir insanın ruhu tarafından yaratıldığını idrak etsin. Bu ruh, ilk madde ile, yani insanlığa hayat vermiş "dirilik suyu" ile vahdet teşkil ettiği için (“Vahdeti Vücud”), Allah deyince - başlangıçı ve sonu olmayan ilk madde ve onu yöneten firavun Amon'un (Eman) ruhu tasavvur edilmelidir. Bütün bunlar İslam'ın batıni anlamıdır ve bunları sadece sufiler bilmişlerdir.

Sufi deyince - tarika yolunu giden türük, yani bugün türk adlandırılan mürit tasavvur edilmelidir. Türk sembolü ermeni mitolojisinde Tork-Angelea, yani Türk-Gel nesli gibi Allahlara uygulanır. Burada melek anlamında olan "Angel" sembolü - imam Ali'nin aşırı Gel şiilerine ait olan simgedir ve bu nesil İslam kaynaklarında "melahi", "mülhit" gibi yazılarak melekler (melekût) nesli anlamındadır. İsmaillilerin bu Gel nesli Heraklius'un "yılandan doğmuşlar" neslidir ve kaynaklara göre bu melekler - padişahlar ve peygamberler soyundandır.

 Tabrizli Arakel «yılandan doğmuş» («ejderden doğmuş») Midiya medyumlarını - «Osman şahların nesli» adlandırıyor (А. Даврижеци «Книга историй»,  М., 1973, böl. 51). Siciliyalı Diodor ise Mısır firavunu II Ramsesi - Osimon-Dias, yani Osman-Allah gibi yazıyor. Osman [SMN] sembolü ledün ilminde - «İssi Eman» [SS-MN], yani "Amon ruhu" gibi yozulur. Böyle anlaşılıyor ki, kaynaklarda Osman türkleri deyince "Amon Allahı'nın ruhu olan türkler", yani ilk madde ile vahdet teşkil etmiş kutsallar nesli anlaşılmalıdır. Orhun-Yenisey metinlerinde türk hanının Allah gibi gökte Allah yaratması açık yazılıyor. Bu ise o demektir ki, Allah deyince - gökte Ra-Amon Allahını yaratmış türk hanının ruhu anlaşılmalıdır.

Kaşgarlı Mahmud'un 1074 yılında yazdığı hadislerin birinde Allah diyor: “Benim Doğu'da türk denen ordum var: Benim hangi halka gazapım tutsa, bu orduyu onların üzerine gönderiyorum”. Yazdığımız gibi, Doğu (Şark) sembolü sufizmde gökleri bildiriyor ki, Mısır'ın 120 binlik Allahlar ordusu da, buradaki Qeb (Gayb) âleminde ömürlerini sürdüren ölmez kutsallar neslidir. Biz bu varlıkları - insanların canını alan Azrailler olarak biliyoruz. Diğer kaynaklarda ise bu varlıklar Hasan bin Sabbah'ın “assasin”leri gibi yazılıyor ve onlar "kale adamları", yani yerle göğü birleştiren Alamut kalesinin (Süleyman'ın Allah Evi) melahi-mülhidleridir. “İslam'ın 124 bin peygamberi kimlerdir?” adlı makalede ben gösterdim ki, bu 120 binlik ordu İslam'ın 124 bin peygamberlerinin temelini oluşturuyor (bak. http://gilarbeg.blogspot.com/2012/02/islamn-124-min-peygmbri- kimlrdir.html). Bu ise o demektir ki, türkler - sufi silsilesinin kamillik yolunu geçip eski Mısır Allahlarına dönüşmüş peygamberler soyudur. Osman türkleri deyince de firavun (pir) Amon'un, Allah'ın karakteri ile özel yarattığı “Qor yoluyla gidenler” anlaşılmalıdır ve bu konuda ben kitap ve makalelerimde geniş bilgiler vardır.

“Qor (Hor/Horus) yoluyla gidenler” kendi yaratılış özelliklerine göre ölünce cennete veya cehenneme gidiyorlar. Sıradan insanlar ise bu yolu gitmek için Allah'la olan sözleşmeye uymalıdırlar, yani İslam'ı kabul edip, onun kanunlarına ciddi biçimde amel etmelidirler. Kuran'da "Amenû olmak", yani "iman etmek" - Amon Allahı'nın cennete düşmesi için gittiği yolun taklidi demekdir. Ölen kişinin ruhu vücudu terk ettiğinde, ruh -balık sudan çıktığında boğulduğu gibi, o da "boğulmaya" başlıyor ve eğer o "nereye gittiğini" biliyorsa direkt Gayb âlemindeki “mahkeme salonu”na gidiyor. Aksi halde sıradan insanın ruhu ışıkta parçalanıyor ve ruh yok oluyor. Kutsallar nesli olan türkler ise özel üstünlükle yaratılmışlardır ki, onlar İslâm kanunlarına riayet etmezlerse bile öldüğünde, ruhları “mahkeme salonu”na gidiyor ve yerdeki amellerine göre cennete veya cehenneme giriyorlar. Ayrıca, Allah bu seçilmişler soyuna "dünyayı yaratan silah" vermişti ki, sonraları harama el uzattıkları için bu silah kendi gücünü kaybetti. Bu, bizim bugün "seyyidin ceddi" dediğimiz mucizeler göstermek yeteneğidir. Bunun esas sebebi ise müslümanların, İslam'ın zahiri anlamına üstünlük vermesidir ki, bu da cehalet ve putperestliktir.

Hadislerde belirtildiği gibi, zamanla yeryüzünde haberci ve uyarıcılardan bir kişi bile kalmadı ve insanlar kendilerine cahil insanları başkan seçmeye başladılar. Bu ilimsiz şeyhler ve ayetullahlar ise bilmedikleri şeyler hakkında kararlar verdiler. Batıni sırları bilmeyen din adamlarının “tefsirleri” sonuçunda insanlar “nereden gelip nereye gittiğini” bilmediler ve bununla da İslam adlı anlaşmanın önemli bölümü kendi anlamını kaybetti. Sonuçta, peygamberimizin dediği gibi, 73 tarikatın 72'si, İslam kanunlarına riayet ettiği halde cennete gidemediler. Türklerin bazılarının avam insanlarla nikahı, kutsallar neslinin de "Qor yoluyla gidenler" arasından çıkıp sıradan insana dönüşmesine neden oldu. İslam'ın batıni değil, zahiri anlamının öne çıkarılması ve diğer faktörlerin sonucunda, bugün cennete sadece sıradan insanlarla karışımı olmayan pir, seyyid, beg ve b. kutsallar neslinin temsilcileri gidiyorlar.

Dünyada ağalık için yaratılmış hakanlar ve peygamberler soyu olan türkler, bugün cehalet ve putperestliğin simgesi olan zahirî İslam'ı eğitim yapıyor, İslam dinini - arap adlandırılan avamların iktidar mücadelesi olarak tarif ediyorlar. Bugüne kadar yazılmış külli miktarda kaynakları anlamayan, sufi ilmini anlamsız bir bilim olarak kabul eden bu insanları - bilim ve tekniğin, toplumun gelişimi de cehalet uykusundan ayıltmadı.

Eski kaynaklarda ahiret öncesi dönem putperestlik dönemi gibi biliniyor ki, her bir grup insan - İudaizm, Budizm, Hıristiyanlık, İslam adlı dinleri puta çevirerek ona tapıyorlar. Bu insanlar hala anlayamamışlar ki, bu dünyada yanlız bir din ve bir ilim vardır. Bu Bâtın ilmi sayesinde firavun Amon gökte ruhlar dünyası, kâmil ve sıradan  insanları yaratmıştır. Bu sufi bilimi sonucunda eski dönemde pir dedelerimiz Mısır ehramlari dikmiş, Atlantis, Sümer vb. kültürleri yaratmışlar.

Sıradan insanların eski sırları anlamaması idrak edilebilir ve bu onların mahiyetlerine uygundur. Fakat ilk madde ile vahdet teşkil etmiş kutsalların türevlerinin, ellerinde külli miktarda sufi edebiyatı olan türklerin bu seviyeye inmesi yürek acıtıyor. En akıl almaz ise odur ki, onlara bu sırlar açıldığında bile, onlar - cehalette, karanlıkta yaşamalarını ve tüm canlı varlıklar gibi ölmelerini, "Allah nuru" ile nefes alarak ölümsüzlük kazanmalarına tercih ediyorlar.

İslam dini, insanın bu dünyada Ra-Amon Allah'ın himayesi ile mutlu yaşaması ve öldükten sonra da onun ruhunun, bu Tek Allah'ın gökte yarattığı ruhlar dünyasında ömrünü sürdürmesi için yaratılmış bir araçtır. Eğer insan herhangi bir tahrif yüzünden gök cennetine gidemeyecekse, onun İslâm kanunlarına amel etmesi ve kendini müslüman hesap etmesinin anlamı yoktur. “Müslüman” kelimesi batın ilminde "Eman (Amon) Allah'ın gökyüzündeki eli", "müslüm" sembolü ise "Gökyüzü âlemi" görüşünü ifade ediyor ki, bu da İslam kurallarına amel edenin Eman Allah'ın gökteki Gayb âlemine düşüp, orada yeni hayat kazanması anlamındadır. Ramazan Bayramı - gökte, ilk maddeden Allah yaratma ritualının taklidi, Aşura töreni bu Allah'ın ahirette ölüp, yeniden dirilişi töreninin taklidi, Kurban bayramı ise Gayb aleminin oluşturulması için yapılan kurban töreninin taklididir. Diğer tüm eski tören ve bayramlar da Amon Allahı'nın gökte ve yerde yarattıklarının taklidleridir. Bunların da esas mahiyeti, insanın, yerde ve gökteki bütün yaratılışları düzenlemiş Amon Allah'ı olmasını ("Amenû olmak") ilk maddeye kanıtlama çabasıdır. Çünkü sadece bu halde sıradan insan, gökleri oluşturan ilk maddeni "kandırıp", kendisini Amon Allah'ı gibi kaleme vererek, Gayb âleminde Amon gibi ölümsüz olabilir. Bu basit şeyleri bilmeyen insan hiçbir zaman cennete gidemez. İlk maddenin yasalarına göre sadece bilen, Allah gibi ölümsüzlük kazanıyor. Cehalet, putperestlik ise ölüme götürür.

Benim bu sırları açmakta esas amacım, insanları cehalet uykusundan ayıltmak, onlara hakikati anlatmakdır. Kaynaklarda, kendilerine cenneti sağlamış insanlar – “zamanı öncelemiş ve tam mutluluğa ermiş” Deylem türkleri adlandırılıyor. Bugün de insanların yeniden cennet kazanmalarına imkanı vardır. Fakat her insan kendisi gelecek kaderinin hakimidir. İster cehaleti seçip tüm canlılar gibi mahvolur, isterse de Amon Allah gibi ölümsüzlük kazanıp Adn, yani Din cennetinde mukaddeslerle mutluluk kazanabilir. Seçim insanlarındır.

Bütün bunlar hakkında daha geniş bilgiler, yazarı olduğum "Batıni-Kur'an" kitabında verilmiştir (bak. www.gilarbeg.com ).

 

Makale Azerice'den Türkçe'ye Google aracılığıyla tercüme edilmiştir.

 

Firudin Gilar Beg