Allah'ın Doğu'daki Türk ordusu

(Makale Azerice‘den Türkçe‘ye Google aracılığıyla tercüme edilmiştir)

           Kaşgarlı Mahmud'un 1074 yılında yazdığı hadislerin birinde Allah diyor: "Benim Doğu'da Türk denen ordum var: Benim hangi halka öfkem tutuyorsa, bu orduyu onların üzerine gönderiyorum" (1). Bu fikrin asıl anlamını anlamak için her bir sözün sembol anlamlarını da dikkate almak gerekir. Eski Mısır metinlerinde Doğu deyince, güneşin doğduğu Tanrılar ülkesi öngörülüyor ki, Güneş Allah'ı da buradan kendi şöhreti ile göğe yükseliyor (2). Diğer kaynaklarda "Doğu" deyince öncelikle Kafkasya Albanyası öngörülüyor ve bu ülke eski Midiyadan, yani şimdiki Azerbaycan'ın güney bölgesinden başlıyor (3). Fakat Doğu sembolü altında aynı zamanda Arabistan da kutlanıyor ve metinlerde Midiya arazisinde "Doğu'nun Arapları" ülkesinin olduğu bilinmektedir (4). Böyle anlaşılıyor ki, Doğu sembolü altında şimdiki Azerbaycan topraklarında mevcut olmuş Midiya anlaşılmalıdır.

Ünlü Azerbaycan filozofu Şihabeddin Yahya Sühraverdinin "Doğu" felsefesinde "Doğu" - gökleri ve gökteki dünyayı bildirmektedir (5). Yunan mitolojisinde "Arab" (Ereb) sembolü de gökleri ve kaosu bildiriyor ki, bu da "Doğu'nun Arapları" ülkesinin gökle bağlılığı demektir. Demek, Mısır Allahlarının Doğu ülkesi Azerbaycan gökleri ile ilgili olmalıdır. Göklerle ilgili ülkenin ne demek olduğunu anlamak için ise buradaki "Türk ordusu" kelimesinin asıl mahiyetini incelemek gerekiyor.

Kaynaklarda "Türk" deyince, tasavvufun "tarika" yolunu giden "türük" öngörülüyor ki, bu da sufi müridi anlamındadır. Sufizmde, ana maddeden bilgi alma yoluna - tarika yolu denir ve sufinin Allah'a, yani "Hu" adlandırdığı ana maddeye kavuşması için geçtiği seriyi belirtir. Sufiler bunu Allah'a (ana maddeye) veya Allah'ta "seyahat" olarak isimlendiriyorlar. Silsilenin "bekâ", yani beglik fazında türük Allah'a kavuşuyor ve o, kaynaklarda dirilik suyu, İlahi ateş vb. adlandırılan ana maddeni yönetmek, onu istediği varlığa vermek, yaratıklardan onun iç yapısı hakkında bilgi almak, istediği şeyi yaratmak için gereken yöntemi tam idrak etmek vb. İlahi kudrete sahip oluyor. Demek ki, türük, Türk deyince, Allah'a kavuşan, yani öncesi ve sonu olmayan ana madde ile vahdet teşkil eden ("Vahdeti Vücud" sembolü) bilgeler planlanmalıdır.

Allah'la vahdet teşkil eden ve onun kudretinden yararlanan Türkleri Halkidli Yamvlih teurq adlandırıyor ve bu semboller sufizmde aynı anlama geliyor. Yamvlih, kendisinin "Mısır sırları hakkında" kitabında teurqları Mısır mediyumları gibi gösteriyor ve bildiriyor ki, onların son amaçları - ruhlarının yaratıcı Allah'la vahdetidir (6). O, teurqun, Allah'la vahdeti için geçirdiği ayinleri "teurqiya" adlandırıyor. Kabul edilmiştir ki, "teurqiya" ("Teos" - Allah, "orqiya" - ayin, kurban töreni vb.) sözü - Allah'la birliğe ulaşmak için medyumların geçirdiği kurban töreni, ayin demektir ve onu "Allah yaratma" olarak da tercüme ediyorlar. Böyle anlaşılıyor ki, Türk kelimesi en eski kaynaklarda - "gökte Allah yaratan bilge" anlamında olmuştur. Teurqların gökte Allah yaratma sürecinin teknolojisi Hint kaynakları olan Upanişadalarda kaydediliyor. Burada brahman ve medyumlar - alkış, kurbanlık formülü ve büyü hareketlerle, kurbanlık hayvanların ruhlarının gökte toplanmasına ve onların iradelerini gerçekleştiren varlığa dönüşmesine başarıyorlar. Demek ki, Doğu'daki Türk ordusu deyince, Midiya göklerinde kurban aracı ile oluşturulan Türk eli ve bu elin ordusu tasavvur edilmelidir. Eski kaynaklardan, gökte yaratılmış bu ordu - Gök Türkleri olarak da bilinmektedir. Türkiye sözü metinlerde "Turquia" olarak yazılıyor ki, bu da "teurqiya" anlamında teurqların Midiya göklerinde zahir ettiği Eli bildirmektedir (7).

Türklerin ekstatik durumda ana madde ile vahdete ulaşmalarını, İordan hunnlarla ve qotlarla, yani kutilerle bağlıyor. İordan sembollerle yazarak, ana maddede seyahat eden teurqların ruhlarını "Qaliurunnı" adlandırıyor ve bildiriyor ki, onların ana maddede cinlerle ciftleşmesinden dünyaya çok acımasız topluluk oluştu. O, işte bu vahdetden oluşan varlıkları hunnlar ve kutiler (gotlar) adlandırıyor (8). Bilindiği gibi, kutiler - Mezopotamyanın ünlü şahlar neslidir ki, bu hanedanın hakimiyeti efsanevi dönemlerden, yani "çar hakimiyeti"nin "Gökten yere" indiği dönemlerden başlıyor (9). Bu ise o demek ki, gökten gelmiş kutiler, hunnlar - teurqiya sürecinin sonunda İlahlara çevrilmiş teurqlar, yani Türklerdir.

Türklerin Moyun Çor anıtı'nda Türk hanı Tolis bildiriyor ki, o Tanrı'da olmuş ve orada El yaratmıştır. Mogilyan ve Gültekin metinlerinin ilk satırlarında ise Türk hanı iddia ediyor ki, işte O, Tanrıtek Tanrı yaratmış ve Tanrıtek Gökte oluşmuş Türk hanıdır (10). Demek, Mısır'ın Güneş Tanrısı'nın ülkesinin bulunduğu Doğu, öyle Türk-hunnların Midiya göklerinde yarattığı Eldir.

Kur'an'a göre Allah, Güneşin çıktığı yerde yaşayan özel seçilmişler nesli ile kendi arasında perde yaratmamıştır, yani Allahin sırrını onlar bilmişlerdir (11). Bu o demek ki, Allah'ın Doğu'daki Türk ordusu, eski sırları bilen sufi seçilmişleridir. En eski kaynaklarda onlar Midiya mediyumları gibi tanındılar. Ortaçağ'da Midiya mediyumları - gizli sırları bilen sufiler gibi bilinmektedir ve bunlar da kaynaklarda Safeviler nesli gibi kayıt ediliyorlar. Biliyoruz ki, sufi bâtıniler, Kur'an'ın zahiri, yani birbaşa anlamından başka gizli, bâtınî anlamının da olduğunu iddia ediyorlar ve Kuran'daki sözleri semboller olarak kabul ediyorlar. Kaynaklarda bu bâtınilere Şah İsmail Safevinin "sorhsar bidin mülhidleri" denir (12). Sorhsar sembolü Batın ilminde "Sor - Hsar", yani Azer-Hızır gibi açılıyor ki, bu da "ölümsüz Asar/Osiris Allah'ı" demektir. "Bidin" sembolü ise "batın" sembolü gibi - "Beyti-Nun" anlamına geliyor ki, bu da Allah'ın gökteki (ilkin Nunu sularındaki) Evini bildiriyor. "Mülhid" (Kabbala'da Malhut) sembolü Batın ilminde "melekût" gibi biliniyor ve bu da “melekler dünyası” ve bu dünyanın melekleri anlamındadır. Demek, "Sorhsar bidin mülhidleri " deyince - gökteki cennette ölümsüzlük kazanmış melekler nesli anlaşılmalıdır ki, bunlar öyle Mısır'ın Osiris (Asar/Azer) Allah'ı anlamındadır. Böyle anlaşılıyor ki, Şah İsmail Hatainin ordusu olan "Sorhsar bidin mülhidleri" - Azerbaycan göklerinde ölümsüzlük kazanan melekler neslidir ve eski kaynaklarda onlar Osiris Allahları gibi kayıt ediliyorlar. Biz bu batinileri seyyidler gibi tanıyoruz ve ünlü Fransız filozofu, şeyh Rene Qenon "seyyid" kelimesini "peygamber" olarak tercüme etmiştir. Kuran'a göre, peygamberler melekler soyundan seçiliyor (13). Bu ise o demek ki, Şah İsmail Hatainin Sorhsar bidin mülhidleri - peygamberler neslidir ve Allah'ın Doğu'daki ordusu da, gökte ölümsüzlük kazanan bu peygamberlerin ruhlarıdır.

Kuran'da sıra ile dizilmiş melekler derken - saf saf duranlar, yani sufiler nesli öngörülüyor. Kur'an'ın 37. suresi "Saffat" denir ve burada bu meleklerin yüksek makamından, onların yargı kurmasından vb. konuşuluyor: “Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır… Ve şüphe yok ki biz, saf saf dizilmişiz elbet. Ve şüphesiz Allah'ı tesbih ederiz… Onlar bulut gölgeleri içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini ve işin bitirilmesini mi gözlüyorlar? İşler şüphesiz Allah'a döndürülür… Hani Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da, “Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum” diye cevap vermişti… O gün gök bulutlarla yarılıp parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir… Mülk, izin günü Rahmân için haktır ve o gün kâfirler için zor bir gündür” (14). Fakat "Saffat" suresi aynı zamanda "hatırlamanı okuyan", yani "yada salma" anlamında Mehdi'ye de atfediliyor : “O saf saf dizilenlere, haykırıp sürenlere, O hatırlamanı okuyanlara andolsun ki, İlâhınız birdir… Andolsun, sözümüz gönderdiğimiz qulumuzu öncelemiştir: Onlara mutlaka yardım edilecektir. Şüphesiz ordularımız galip gelecektir” (15). Burada, sözün kulu qabaqlaması derken, önceden yazılmış yazıya göre Mehdi'nin zuhur etmesi öngörülüyor.

Kuran'da işte melekler Allah'ın ordusu olarak kutlanmaktadır: Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu… Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah’ın (azabının) ve meleklerin kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar? Hâlbuki bütün işler Allah’a döndürülür… Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir… Allah onları, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı” (16). Böyle anlaşılıyor ki, Allah: "Benim Doğu'da Türk denen ordum var: Benim hangi halka öfkem tutuyorsa, bu orduyu onların üzerine gönderiyorum" deyince, işte gökte ölümsüzlük kazanmış peygamberleri öngörüyor ki, bunlar da yazdığımız gibi Mısır'ın Osiris (Asar/Azer) Tanrısı'nın ölmezler nesli anlamındadır.

Kur'an peygamberler hakkında yazıyor: "İnsanlar bir ümmet idiler, Allah müjdeciler ve habercileri peygamber olarak gönderdi ve aralarındaki anlaşmazlıkları gidermek için kitap gönderdi ve insanlar bununla da ayrıldılar " (17). İnsanların bir ümmet olması ve sonradan ayrılması kaynaklarda Babil kulesine ait ediliyor. Tevrat'a göre, Doğu'dan gelen ve bir dilde konuşan ümmet, "başı göklere ulaşan" Babil kulesini tikdikden sonra, Allah onların dillerini değişip, dünyaya dağıttı (18). Tarihçi M. Horenatsi, Babil kulesinin tikilişini "Yerin başlangıcı ve yerleşimi" adlandırıyor ve ilk Allahlarla bağlıyor. Onlar acımasız ve Büyük olmuşlardır. M. Horenatsiye göre, bu İlahlardan düşünülemez devler nesli ayrılıyor ve onlar dev yapı planlaşdıraraq, o saat de onun yapımına başlamışlardır (19). Eflatun da ilk yaratılmış varlıkları "Allahlar Allahları" adlandırıyor ve bildiriyor ki, onları yaratan Demiurq, onlara - ölümlü ve "hakikat peşinden giden ölümsüz insan" yaratmalarını hükmeder (20). Burada, "hakikat peşinden giden ölümsüz insan" derken, Eflatun işte bâtınî sûfileri öngörüyor. Demek, Kuran'ın "peygamber" olarak adlandırdığı varlıklar - ilk İlahlardan ayrılmış ölümsüz devler neslidir ve onlar da "başı göklere ulaşan" Babil kulesini dikmişler.

Kitabi - Dede Korkutta, başı göklere ulaşan Babil kulesi - "Sert yükseklikteki Ümman denizinde inşa edilmiş kafer şehri adlandırılıyor. Burada yaşayan Türklere ise - "su dibinde, sağa, sola ordu gönderip vuran âsiler" denir ki, onlar: "Tanrı benim, diye bağırıyorlar". Kitapta bu âsiler ordusu "Kan alaca ordu", yani "kanla, kurbanla yaratılmış kırmızı ordu" adlandırılıyor (21). Babil sembolünün "Allah'ın kapısı" anlamında olmasını dikkate alırsak, kabul ederiz ki, Allah'ın Doğu'daki ordusu, Babil kapısından geçip yerdeki dünyaya gelen âsilerin, yani Tanrıların kırmızı ordusudur.

Eski metinlerde Ümman denizinde yaratılmış bu ordu "Umman'ın Manda", yani Ümman deryasının Manda ordusu adlandırılıyor (22). Ümman sembolüne benzer Ummanate simgesini akkadlar "ordu" anlamında kutluyorlardı ki, bu söz eski farsçada “Kara” sembolü ile anılıyordu. Q. Qeybullayev yazıyor ki, Bisütun yazılarında "Kara Mada" sözü var ki, (bk. Meaday-Kara destanı) bazen bu sözü "Midiya halkı" olarak tercüme ediyorlar (23). Dyakonov göre, buradaki tüm serbest nüfus "halk-ordu" - "kara" kavramı ile kapsanıyordu (24). R. Fray bu konuda yazıyor: "Eski iranlılarda, diğer Hint-Avrupa ​​uluslarında olduğu gibi, şah - iktidara yasal hakkı olan belli nesilden çıkıyordu (şahlık karizması). Şahı halk toplantısı, belirtilen dönemde ise Kara denen "halk-ordu" seçiyordu ki, Ahamani iran'ının şahı sıradan şah yok, şahlar şahı adlanıyordu. O kutsal sayılıyordu, çünkü o, Tanrılar soyuna mensup idi. Saray töreni, esasen şah karşısında tazim adeti Ahamani hakimlerinin İlahi statüsünden haber veriyordu. Şah aynı zamanda medyum şahsında, kurban törenlerinde rehber rolünü oynuyordu. O yeni yıl şerefine yapılan veya sembollere göre çok önemli olan bayramlarda, bununla ilgili kosmoqonik oyunlarda temel figür olarak hareket ediyordu. Şah'ın taç giyme günü onun doğum günü sayılıyordu, çünkü o taç adını, yani "yeniden doğmuş" adını kabul ederek, yeni simada çıkış ediyordu ki, özel giyim onun hakimiyetinin tüm evreni kuşatması anlamında idi (25). Tüm bunlar ise o demektir ki, Umman denizinde yaratılmış ordu doğrudan Midiya ile ilgilidir ve bu ordu bütün dünya üzerinde hakimiyet kazanmıştır. Bu ordunun şahı ikinci kez doğmuş kabul ediliyor ki, bu da insan ruhunun, vücudun fiziksel ölümünden sonra göklere kalkması ve orada yeni bir hayat anlamında ölümsüzlük kazanması demektir. Ordunun "Kara" adlandırılması da, onun, Mısır'ın Kor (Horus) firavunlarının ruhları anlamında olmasıdır ki, bu ruhlar gökte Kor qızılquşu cildinde yaşıyorlar.

Kaynaklardan bilinmektedir ki, fars ve midiyalılardan oluşan ordunun çekirdeğini, şah atlıları ve "ölümsüzler" grupu oluşturuyordu. Hiliarhın önderliğinde binlerce "ölümsüz" şahın kişisel güvenliğini sağlıyordu. Araştırıcılar kelimelerin etimolojisinden göre hesap ediyorlar ki, Ahamaniler (Hakamanişi - Hak-Amon-İssi) döneminde "binlerce ölmez" - "hazarapati" adını taşıyordu (26). Ermeni kaynaklarında hazarapet (hazarapati) makamı, ülkenin teserrüfatını yöneten ve diğer tüm çalışmalara kontrol edene Hiliarh denir. Bu metinlerde "hazarapet dran ariats" makamı da kaydediliyor ki, onu "arilerin kapısının Hiliarhı" olarak tercüme ediyorlar. Buradaki "kapı" sembolü Allah'ın gökteki ilinin kapısı, yani Babil kulesi anlamındadır ki, diğer kaynaklarda o Halda kapıları gibi de kutlanıyor. Halda, Hiliarh sembolleri ise onu gösteriyor ki, Allah'ın bu eli - Alban şahların soyuna ait olan Gel, Gelarküni ile ilgilidir.

Hazarapati sembolü - Hızır-Apet (Osiris-Pta ), yani Hızır-Yafet anlamındadır ve bu da Azerin (Asar/Osiris) Yafet asıllı Türkleri demektir. "Ölümsüzlük" sembolü eski Mısır kaynaklarında "sahu" (sak) gibi, Assur kaynaklarında ise "üşşakku" (şak) gibi bilinmektedir. Üşşakkular Assur şahlarıdırlar ve ben “Assuriya – qədim Azərbaycan ölkəsidir” adlı makalemde bu konuda bilgi verdim (27). Bu şahlar nesli ermeni kaynaklarında Sisak gibi kayıt edilerek Gelarküni soyuna ait ediliyor. Bu ise o demek ki, Allah'ın gökteki cennetinin kapısının koruyucuları ve onun ordusunun başkanları Azeri Türklerinin Gelar beğleri olmuşlardır. İordanın, yaratılıştan önce gökte seyahat eden Amon'un ruhunu ve cinlerle çiftleşmesinden oluşan acımasız topluluğu da "Qaliurunnı" adlandırması ise o demek ki, Qaliurunnılar, yani Gelar-hunnlar öyle gökte ölümsüzlük kazanmış Mısır firavunu Amon'un (Ra-Amon Allah'ı) neslidir. Hiliarhın başkanlığındaki binlerce ölümsüzler ise, Allah'ın Doğu'daki Türk ordusudur.

Hunn sembolü eski kaynaklarda Hanaan, Kenan vb. gibi yazılarak asıl yahudilere, yani Hazar Türk beglerine atfediliyor. Hanaan sembolü altında kaynaklarda amoreyler, marlar, yani Talmud bilgeleri öngörülüyor. Onlar Babil kulesini inşa eden emir-seyyidlerdir ve biz bu marları - midiyalılar gibi tanıyoruz. Fakat hunn/hanaan sembollerinin henn, hennu vb. seçenekleri en eski Mısır kaynaklarında çok derin anlamlar veriyor. Bu semboller - ana maddenin (eterin, göklerin) bir bölümünün yapının değişip, orada dünya yaratmakla ilgili sembollerdir. Öte yandan, "Kenan" sembolü assurların "Ki-nun" sembolüdür ki, bu sembol aynı zamanda kaynaklarda Knun, Kün, Nun-ki, Enki, Annunaki vb. gibi de yazılarak, Doğu'dan gelen ümmetin diktiği Etemenanki zikkuratının Esagil tapınağına ait ediliyor. Bu yapı kaynaklarda Eridu gibi de bilinmektedir ve "ordu" sembolü de sufizmde Eridu sembolü ile aynı anlamlıdır. Bu ilk tapınağın inşası bittikten sonra yerin altına gömülmüştür. Kaynaklarda işte bu anıt - Ceberut alemi, yani yerle göğün geçiş alemi anlamındadır ve işte burada bugün de Azer ateşi, yani ana madde olarak tanıdığımız dirilik suyu mevcuttur. Demek, Allah'ın Türk adlandırdığı hunnlardan oluşan ordu, adi ordu yok, dirilik suyundan, İlahi ateşten yaratılmış kutsal ordudur.

Ortaçağ kaynaklarında Eridunun ölmezler ordusu - Altın Orda olarak da kutlanıyor ve Moğol -Tatarlara atfediliyor. Sufizmde "Moğol" sembolü "Mo-Gel " gibi açılıyor ve “yaratılmış İlah” – kusal Gel nesli anlamındadır. İran vb. kaynaklarında Moğollar - İlhaniler, Calairiler vb. Gibi kaytediliyor ki, bunların şimdiki Moğollarla, Moğolistanla ilgisi yoktur. Elhan sembolü El-Hanan, yani Kenan/Ki-Nun Eli anlamında, ana madde ile vahdet teşkil eden seyyid-beğlere aittir. Calair sembolü ise Gelar sembolünün araplaşmış seçeneğidir. Demek, eski Moğol-Tatarların Altın ordası, Azerbaycan'ın Gel Türklerinin ordusudur ki, biz onları Kızılbaşlar (Altunbaşlar) gibi, yani "sorhser bidin mülhidleri" olarak biliyoruz. Kaynaklarda Kızılbaşların adamyiyenler gibi gösterilmesi de, onların, insanların canlarını alan Azrail (Azer-El), yani eski Mısır'da ölüm Allahı olan Osiris (Asar/Azer) nesli anlamında olması demektir.

Türkler hakkında en mükemmel bilgileri, "Türklerin diğer savaşçılardan üstünlüğü ve büyük sultanın bulunuşunun kadir kiymeti" eserinde Ebu el-Ala İbn Hassul bildiriyor. İbn Hassul yazıyor: "Zincirden kurtulan Türk, ordunun başında durmayanadek veya hacib olmak şerefine nail olmayanadek, ya da büyük ordunun komutanı ve orduda sözü geçen ordu başkanına çevrilmeyenedek, memnun olmayacaktır" (28). Burada "zincirden azad olma" derken, tabii ki batıni mana, yani insan öldüğünde, onun "vücuttan çıkan ruhu" öngörülüyor. Fakat ölen her bir Türk'ün ruhu Allah'ın ordusunun başına geçemez. Demek ki, bu ruh Tek Allah'ın ahiretle ilgili karakteri anlamındadır.

Biliyoruz ki, kaynaklarda Allah Kendini - Alfa ve Omega, İlk ve Ahir, Doğu ve Batı, Rahman ve Rahim adlandırıyor. Burada Ahir, Omega, Batı, Rahim derken, ahirette gelen Mehdi imgesinin onun tahtında oturması anlaşılmalıdır. Demek, Türk'ün "zincirden azad olması"ndan sonra ordunun başında durması ve hacib olmak şerefine nail olması - ahirette Mehdi karakterinde gelecek ve Allah ruhunu taşıyacak Türk'ün, öldükten sonra ruhunun Rahman Allah'ın tahtında oturması anlamındadır. M. Horenatsiye göre, Valarşak, Anqelea lakaplı Torku (Türkü) - Batı'nın, yani Güneşin günbatımı döneminin (ahiret) hökmranı adlandırıyor ki, bu da ahirette gelen Türk'ün işte Angelea, yani Gel soyundan olması demektir (29). Ahiret mahkemesi de bu Türk'ün "zincirden azad olması"dan sonra başlamalıdır.

Eski Ahit'te ahiret mahkemesi ile ilgili Allah'ın yere gönderdiği ordusu hakkında yazılıyor: "Allah diyor: “İşte, uzak kuzey ülkesinden bir halk geliyor ve Büyük halk Dünyanın sonundan kalkıyor: ellerinde yay ve mızrak var: onlar acımasız ve rahmsızdırlar, onların sesleri deniz sesi gibidir ve bir kişi gibi sıra ile dizilmiş, at üstünde seninle savaşa geliyorlar Sion kızı. Biz onlar hakkında duyunca ellerimiz sarktı, kadınların doğum sırasında eziyetlerine benzer üzüntü bizi sardı. Alanlara ve yol gitmeyin, çünkü her tarafta istemeyenlerin kılıcı ve dehşet vardır. Benim halkımın kızı! Huzur kıyafetini giy ve başına kül dök; tek oğlun ölümü gibi yas tut, hüngür hüngür ağla; çünkü can alıcı bizim üstümüze birden gelecek” (30). Kaynaklara göre, bu ahiret savaşında Allah kendi halkı için çarpışacak: "Allah kendi halkının öcünü aldığı sürede güneş durdu ve ay da durdu... Ve bugüne kadar ve bundan sonra böyle bir şey olmamıştır ki, Allah insan sesini duysun. Çünkü Allah İsrail (Azer-Eli) için çarpışıyordu (31). Ben, "Kur'an'daki İsrailoğulları Azeri Türk beyleridir" adlı makalemde eski İsrail elinin işte Azer eli olmasını olgularla ispat ettim (32). Bu ise o demek ki, Rahman Allah, Dünyayı kurduktan sonra Azerbaycan'dan arşa yükseldiği gibi, ahirette de işte burada kendi elini acılardan kurtaracak.

Yazdıklarım çıkan sonuç şudur ki, Allah'ın Doğu'daki Türk ordusu, onun Midiya göklerinde yarattığı Albanyada ölümsüzlük kazanmış ve sayısı 120000 olan âsilerdir (assasinler). Bütün bunlar hakkında daha geniş bilgi ve kesin olgular "Batıni-Kur'an" kitabımda ve makalelerimde verilmiştir.

 

Edebiyat

1.           Л. И. Климович, «Ислам», М., 1965, sayf. 131

2.           Рол Д. Генезис цивилизации. Откуда мы произошли… Эксмо, М., 2002, sayf. 428

3.           Историческая география Азербайджана. Б., 1987, sayf. 67

4.           И. Дьяконов, «История Мидии», M.1956, sayf.219, 220

5.           Ислам, «Рассветное познание восточного шейха», sayt: http://angel.org.ru/2/sohrpred.html

6.           А. Ф. Лосев “История античной эстетики», sayt: http://psylib.ukrweb.net/books/lose007/txt40.htm

7.           “Türk, Türkiyə nə deməkdir? Ağlasığmaz həqiqətlər”, sayt: http://www.gilarbeg.com/index.php?sehife=oxu&lang=1&content=1196

8.           Иордан, «О происхождении и деяниях гетов» http://www.vostlit.info/haupt-Dateien/index-Dateien/I.phtml?id=2049

9.           А. Оппенхейм, “Древняя Месопотамия”, М., 1980, sayf.146

10.      Ə. Rəcəbov, Y. Məmmədov, “Orxon – Yenisey abidələri”, B, 1993, sayf. 134,104

11.      Quran, 18:90

12.      “Azərbaycan tarixi üzrə qaynaqlar”, B., 1989, sayf.187

13.      Quran, 22:75

14.      Quran, 37:164-166, 2:210, 8:9, 25:25,26

15.      Quran, 37:1-4,171-173

16.      Quran, 8:9, 2:210, 48:7, 9:40

17.      Quran, 2:213, 22:74

18.      Библия, Быт.11:1-9

19.      М. Хоренаци, Книга 1, гл.9

20.      Əflatun, “Timey”, 41B,D,S

21.      “Kitabi - Dədə Qorqud”, B., 1988, sayf.118, 38, 74

22.      «История Древнего Востока» М.,1988, II cild, sayf. 135-136

23.      Г. А. Гейбуллаев, «К этногенезу Азербайджанцев», Б., 1991, sayf.381

24.      И. М. Дьяконов, «История Мидии от древнейших времен до конца IV в. до н.э.», М.-Л.,1956, sayf. 327, 334, 333

25.      Р. Фрай, «Наследие Ирана» М., 1972, sayf. 136

26.      Р. Фрай, «Наследие Ирана» М., 1972, sayf. 152, 139

27.      “Assuriya – qədim Azərbaycan ölkəsidir”,  http://www.gilarbeg.com/?sehife=oxu&lang=1&content=1242

28.      Ф. М. Асадов, «Арабские источники о тюрках в раннее средневековье», Б., 1993, sayf. 112

29.      М. Хоренаци, «История Армении», кн. II, гл. 8

30.      Библия, Иеремия 6:22-26, 5:15-18

31.      Библия, Иисус Навин, 10;13,14

32.      “Quran”dakı İsrail oğulları - Azəri bəgləridir”, sayt: http://www.gilarbeg.com/index.php?sehife=oxu&lang=1&content=1180

 

                                                                                      Firudin Gilar Beg                                                                                                                                  

                                                                                      www.gilarbeg.com